“Sihrin teshirinden kurtulan, ilmin tesirine yönelir.
Algının aparatlarını kırıp anlayışa giden yolu açma gâyesinde olmamış olsaydım, iptal olan bâtılı bu kadar izhâr etmezdim.
…Bu konu; İngiliz-Yahudi algısının fert ve toplumun kılcal damarlarına nasıl sızıp, zihin ve nefislere sirayet ederek onları yönettiğini gösterir. Bu gösterimi takip edenler, şahid olduklarını dikkatle tahlil edip parmağıyla kendisine bir dürtüşte bulunması gerekir.”
Hira, tefekkür çilesinin Kıyamet’e kadar şahika şahididir.
Çanakkale’den Bedir’e bakıp: “Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.” diyen dizeler, algıların “Muallakât-ı Seb’a”sı olmuştur. Bu köhne anlayışı yıkacak olan ancak Hira müşahedesidir. Hira’daki münzevi tefekkürü, duyusal ve duygusal olarak müşahede edemeyenler, Muhammedî düşünceye; Eflatun, Aristo, İbni Sînâ, Muhammed İkbal, Ali Şerîatî, Hamîdullah, Seyyid Kutub, Muhammed Abduh, Vâsıl bin Atâ, Bergson harmonisiyle bakar!
Hira’yı tanımadan taklit eden zavallının Sevr’e çıkacak tâkati olamaz.”
Tek cümleyle farkındalık, yaşanılan hayatı müşahede altına almak olarak özetlenebilir. Bu hayat, ferdî lezzetlerle örülen hayattır. Başka lezzetlerle müşahede edilen hayat, farkındalığı doğurmaz. Bilakis, farkındalığın tek tehdidi başkalarınca dayatılan lezzetlerle hayatı yaşamaktır
Subliminal haberlerle anlayıştan uzaklaştırılan fertler, hâl ve hissiyatından gâfil, hayattan kopuk bulunurlar. Beşinci kol olarak dillendirilen sosyal medya platformlarının ahtapot misali siber optik kablolarında dolaşan kopuklar, her şeye sahip küstahlığında; her şeyden mahrum hâlde yaşarlar. Kablolara bağlı olduğu hâlde; bağımsızlıktan, özünden habersiz olduğu hâlde; özgürlükten haber veren bu anlayışsızların sayısı hayli çoğalmakta, bu çoğalım insan türünü korunmaya muhtaç varlık hâline getirmektedir!
Sofra ismi altında toplanan yazılarımın, sofra iştihasında olduğunu umuyor; çorbası, salatası, asıl yemeği ve tatlısıyla zihin ve kalp ihtiyacını doyuracak doygunlukta olduğunu zan ediyorum.
Asrın Efkârı, her ferdin ömür sermayesini göz önüne sermesine yardımcı olmak için söylenmiş sözlerdir. Efkârımı dillendirdiğim yazıların efkârlı sînelere ulaşması dileğimdir.
Kırmızı Yol, zihinsel bilinçle kalb bilinci arasında uzayan yoldur. Beyin ve kalb arasındaki şah damarıdır. Şah damarın içinden geçen kandan rengini alan yol, seçkinlerin yoludur. Protokol yoluna kırmızı halılar serilir. Öylesine yapılan bir şey değildir bu.
Bu kitap, yirmi birinci asrın başında laçkalaşan şuurlara bir ihtarnamedir. Şuurun kendisi değil, şuuru hatırlatan, şuurun dinamiklerini gösteren bir yol haritası gibidir. Şuurun nefsani ilahlarla bloke edildiği, hakikatin yalan ve bühtanla sarmalandığı, hayal ve gölgelerin güneşi karartıp kalp hassasiyetini zifiri geceye çevirdiği günlerin girdabındayız.
On altı makaleyle efkârını dağıtmaya çalıştığım asrın, taliplerine söyleyeceği hakikatli sözleri vardır… Müslümanca fikredip mü’mince hayat sürmek gayesinde olanları sözlerime dikkat etmeye davet ediyorum.
Asrın Efkârı mı yoksa efkârın asrı mı karar veremedim. Kararı, her okuyan kendi birikim ve anlayışıyla vermeli. Okuyucuya, dinleyiciye, muhataba nesne ve olayları bir müşâhid olarak tanıtmak bana düşer. Bu tanıtım ferdî anlayışımın yansıyışından ibarettir. Yansıyışı anlamlandırmak ve tanımlamak hür ve asil zihinlerin harcıdır. Hürriyet, ferdin nesne ve olayları tanıyıp tanımlamasıdır. Asrın Efkârı, yüz yıllık düşünce paradigmasını haber veriyor!
Allah’a hamd olsun. İlim ve hidayet rehberi olarak gönderdiği elçilerine selâm olsun. Özellikle Sonuncusuna selâm ve salâtın tamamı olsun. Muhammedî yolun bin bir türlü engellerle tıkatılmaya çalışıldığı günlerin girdabındayız. Bu girdap içinde bizler bir çöp kadar hafif ve hacimsiz kalırsak, denizin dibini boylamaktan başka akıbete varamayız.
Bir Hadîs-i Kudsî’yi aktararak mektuba mevzu olan müşahede iklimini, aklım nispetinde tarif edeyim. Sen bu tarifi o iklimden bir koku yerine koy, fakat aslı gibi görme. Aslını göstermek, benim gibi zayıf cüsseli, kıt akıllı, dar görüşlü, toy yürekli birine cidden çok ağır gelir.Bu, öyle bir meydandır ki, Sıddık cüsse, Faruk akıl, Zinnûreynî yürek ve Turabi görüş ister adamdan.
Çalışmama “Muhammedi Duruş” ismini verdim. Belki biraz yadırganacak, ama olsun. Duruşunu O’na nisbet etmeyen, edemeyen nâdân ve cahiller, kitabın muhatabı değildir. Her şeyin bir duruşu vardır. Şayet duruşlar taklidi ve cehli değilse, sahibinin hakikatini yansıtır. Duruşsuz canlı yoktur. Muhammedî Duruş nasıldır? Buyrun, okumaya başlayın!…
Asrın efkârı olarak düşündüğüm bu çalışmamı, “Hira’da İkindi Vakti” olarak değiştirdim. Gönlümde kalan ismi Asrın Efkârı’dır. Göbek adı olarak gönül dünyamda kalacak ismi okuyucularım Hira’da İkindi Vakti olarak çağırsınlar. Asır ve ikindinin aynı şeyi, güneşin zevale geçişini haber verdiği bilinen, tanınan hakikattir.
Şiirin sihirle yakınlığını bilen, şiire olması gereken değeri verir. Bu yakınlığın farkında olmayan, yakınlıkla ilgilenmeyen, modern-seküler- hayatın girdabında şuursuz devinimlerde bulunanlar, şiiri sihirden ayıramadığı gibi yaşadığı hayatı da anlamlandıramaz. Böyleleri nereden gelip nereye gideceğini bilmeyen yolcu gibidir.